Her şey Digitürk’le başladı.
Geçtiğimiz yıl Digitürk platformunda
yayınlanan Top Gear bölümlerini izledikçe
kimi zaman tarihsel konulara kayan
derslerimde pek de hayırla yad etmediğim İngilizlerin otomobillerine karşı
gizliden gizliye bir hayranlığım olduğunu fark ettim. Kendimce becerebildiğim düzeyde
televizyon karşısı kanepede, çocukluğa inme seanslarım sonucunda çözdüğüm gizem
şuydu ki; ben, İngilizlerin Dünya tarihinde silah namlusunu kalem, mazlumun kanını
mürekkep yaparak kazıdıkları tüm zulme karşın geleneklerine ve milli
değerlerine bağlılıklarını takdirle karşılıyordum.
Bu karmaşıklık içerisinde daldığım
tarihsel araştırmada yeni bir soru karşımda 100 Wattlık ampul gibi parlıyordu..
Lisede öğrenilen bilgilerle tekrar edecek olursak “Evet, 1700’lerin sonunda
İskoçyalı bir mucit ve mühendis olan James Watt’ın buhar makinesini dokuma
tezgahına uygulamasıyla Sanayi İnkılabı başlamış oldu.”. Oldu da zaten filmde
ondan sonra koptu. Ki bu sürecin emperyalizmi, sömürgeciliği, I. ve II.Dünya
Savaşlarını getirdiğini hepimiz biliyoruz...
Peki ya sonra ne oldu da ilk sanayi şehri
Manchester’e ev sahipliği yapan, sanayi inkılabını başlatarak dünya tarihini
değiştiren, köyleri boşaltıp insanları çılgınca şehirlere yönelten bir değişimi
başlatan İngiltere, daha doğrusu Büyük Britanya, nasıl oldu da sanayileşmenin
omurgalarından biri sayılan otomotivde bu denli çabuk siliniverdi..
Özetleyecek olursak “Jaguar E Type gibi
Dünya otomobil tarihinde derin iz bırakmış kült bir modeli insanlığa
kazandıran, Rolls Royce gibi bir lüks ve prestij deryasını gezegenimize hediye
eden İngilizlerin esamesi bu sektörde neden
artık okunmaz oldu?”
Vaktiniz olduğunu düşünerek soruyu yanıtlamak
için gerilere, 19.yy’ın sonlarına
doğru uzanıyoruz. Hani şu 63 yıl iktidarda
kalarak Birleşik Krallık tarihinde en uzun süre tahtta kalan hükümdar Kraliçe
Victoria dönemine.
Victoria iktidarının son dönemine tekabül
eden yıllarda ancak İngiltere’de otomobil sanayisi filizlenmeye başlıyordu. Oysa
aynı dönemde dünyanın kısa sürede pek sevdiği bu sanayi kolunda
Amerikalılar ve Fransızlar önemli üretici ülkeler arasında görülüyordu.
1920'lerin sonunda iki
İngiliz üretici, Morris Motor
Company ve Austin Motor
Company
%60 payla pazara egemen oluyordu. 1931’de
Ford’un da İngiltere’de üretime başlamasıyla iş iyice civcivleniyor ve 1932'de
İngiltere Fransa'nın önüne geçerek Avrupa'nın en büyük otomobil üreticisi
oluyordu. 1930'ların sonuna gelindiğindeyse Morris, Austin,
Ford, Standard Motor Company, Rootes ve Vauxhall (GM)’den oluşan markalarıyla artık Büyük
Britanya otomobil sanayisinin merkezi olmaya başlamıştı. (ha bu arada
İngilizlerin sembolü sayılan çift katlı otobüslerde bu dönemde ortaya
çıkmıştı.)
İkinci Dünya Savaşının
o öğütücülüğü içerisinde hemen tüm otomobil firmaları savaş araç-gereçleri
üretimine yoğunlaşmıştı. Savaş sonrası dönemde ise tüm dünyada ciddi üretim
artışları görülüyordu. Bu çılgın dönemde dünyada ihraç edilen
otomobillerin %52'sini İngiltere karşılıyor ve otomotiv sanayisinin ağa
babaları arasında yerini alıyordu.
1953 yılı Morris’in
Austin'le birleşerek küçük sedan ve spor otomobiller üretmeye odaklanan BMC'yi (British Motor Corporation) kurduğu ve Birleşik
Krallık'ın en büyük otomobil üreticisi olduğu yıldı.
Kekemeliği filmlere konu olan Kral VI. George’un ölümü II.Elizabeth’i bugüne değin
sürecek bir iktidara taşıyordu. Ancak bu dönemde Kraliçe için özellikle
otomotiv sanayisinde işlerin hiç de iyi gitmediğini görüyoruz. Oyuna
hızlı giren Batı Almanlardan sonra İtalyan ve Fransız üreticiler hızla pazar
paylarını artırıyorlardı. Ki bu durum ileride daha büyük sıkıntılara gebe
İngilizlerdeki yanlış yönetim yüzünden daha da dramatik bir hal alıyordu.
1966’da
BMC iki şirketi daha, Jaguar ve Pressed
Steel’i
de bünyesine alıyor ve sahneye British
Motor Holdings
çıkıyordu . İki yıl sonraysa,1968'de, hükümetin zorlamasıyla bu dev şirket
Leyland Motor Corporation'la da birleşiyor böylece Rover
Company ve Triumph Motor Company'yi de bünyesine katarak British
Leyland Motor Corporation'ı (BLMC) oluşturuyordu. BLMC böylece, Avrupa'nın en
büyük dördüncü otomobil üreticisi oldu. Bu birleşme Austin, Morris, Rover,
Jaguar, Triumph, MG, Austin-Healey gibi markaları tek çatı altında
birleştiriyor, 48 fabrika ve 200 bin çalışanı ile BLMC’yi İngiliz pazarının %40
sahibi yapıyordu.
Ortaya çıkan bu
görüntü şüphesiz ki burnu havada, egosu tavan yapmış pek çok İngiliz
beyefendisine gurur veriyor olsa da esasında aşırı sayıdaki fabrika, model,
çalışan ve bayiden oluşan koordinasyonu zor
ve hantal bir organizasyon ortaya çıkıyordu.
Bu hantallığın içinde
daha ciddi sorunlar da BLMC’yi bekliyordu. Tasarım ve üretimde yapılan maliyet
hesaplama hataları Mini Morris gibi bir arabada bile araç başına 45 dolar
kaybedilmesine neden oluyordu. Bunlardan başka sendikal faaliyetler, hatta
sendikaların kendileri otomotiv sanayisini içten içe tüketen habis bir ur gibi
yanlış şekilde gelişiyordu. Örneğin Triumph’ta sendika temsilcisi fabrikanın II.Elizabeth’i gibi davranıyor
işçileri işe alıyor, işten çıkartıyor ve üretim düzeylerini belirliyordu. Sendikal
hakların gölgesinde serinleyen işçiler parça başına çalışmakta ve kotalarını
doldurdukları zaman işi bırakıp evlerine veya publarına gitmekteydiler. Ortaya çıkan durum haliyle yapılan işin
kalitesini hızla yozlaştırıyor ve birçok fabrika öğleden sonra 2:00
civarlarında yarı terkedilmiş bir görünüm kazanıyordu. Hatta araba motorlarının
fabrika kapısından araba bagajlarına konarak kaçırıldığı bile oluyordu ki bu, sendikanın
kabul ettirdiği şartlardan biri olan "arama yasağı" bu süreci
kolaylaştıran en büyük faktördü.
1971 yılında BLMC ekibi, yeni firmanın ilk yeni arabası
Morris Marina’yı pazara sürdüler. Bu araba Ford’un Cortina modeli ile rekabet
etmek için üretilmişti. Fabrikalardaki seri üretime hakim olan koşullar
düşünüldüğünde bu arabanın üretim hattından çıkmasına bile mucize gözü ile
bakmak gerekiyordu. 1970 yılında Austin-Morris bir endüstriyel eylem yaşamadan
sadece iki hafta geçirebilmişti. Sendikaların esas aldığı parça başına üretim
sistemi, parçalarda veya üretim hattı tekniğinde en ufak bir değişimin haftalar
süren bir toplu sözleşme pazarlığına neden olmasıydı. Sigara yakacağının soldan
sağa geçirilmesi bile, sendikaların bütün arabanın montaj hadlerini yeniden
pazarlığa sürmesine neden olmaktaydı. Japon rakiplerinin "Yalın
Üretim" ve "Tam zamanında Tedarik" tekniklerine geçmelerinden
yirmi yıl sonra bile, BLMC yönetimi sürekli grev tehdidi altında yaşamak ve
radyatör, egzoz gibi parçalarda bile en az iki tedarikçiden sağlanan stoklarla
çalışmak durumunda kalıyorlardı.
Bu dev şirketi yöneten
Donald Strokes emekli olma aşamasına geldiğinde
yerini kimin alacağı konusunda bir iktidar kavgası başladı. Strokes’in
hemen altında yer alan iki yönetici bu kavganın liderliğini oluşturarak
firmanın sorunlarının daha da derinleşmesine neden oldular. Turnbull firmanın
üretim hacimlerini optimum belirleyebilme sorununu çözmesi gerektiğine ve bunun
mümkün olduğuna inanmaktaydı. Bunun en iyi yöntemi firmayı desantralize etmek
ve “otonom” bölümlere yetki devretmek olacaktı. John Barber ise firmanın daha
üst pazarlara geçmesi gerektiğine inanıyordu ve bunun yolu da firmanın Ford
veya GM modelinde yeniden merkezileşmesi idi.
Kazanan Barber ve
merkezciler oldu veya onlar kazandıklarını sandılar. Oysa zaten hantallığı
yüzünden idaresi gittikçe zorlaşan bir şirketi daha da merkezileştirme
hevesindeki Barber’in direksiyona geçmesi şirket için bir şans değil kabustu. 1973
mayısında Barber, Strokes’in yardımcısı ve görevi devralacak yönetici olarak
atandı. Altı ay sonra Turnbull , Austin-Morris’in yönetici müdürlüğünden istifa
etti. Turnbull’un istifası, sektörde ileri gelen birçok kişiyi şok etti. Her
zaman ideallerinin arkasında durmuştu ve onları terk etmek gibi bir niyeti
yoktu. Bu eyleminin etkisini yumuşatacak herhangi bir başka işe de talip
olmadı.
Turnbull 1974’te bir
,Güney Kore Chaebol ( Holding) firmasında bir otomobil üretim sistemini
geliştirirken aynı dönemde BLMC çeşitli yönetim ve organizasyondaki
eksiklikler, Kuzey Denizi petrol gelirlerinin İngiliz Paund’unun diğer para
birimleri karşısında değerini yükselterek BLMC arabalarının rekabetçi
avantajlarını kaybetmeleri ve sendikal faaliyetlerin yoğunluğu gibi
sebeplerle gezegendeki beşinci en büyük araba firması olarak İngiliz
hükümetinin sırtında ciddi bir yük oluşturmaya başladı.
Dönemin İngiliz
başbakanı Harold Wilson. bu sorunun çözümünü, danışmanı olan Sir Don Ryder'e
devretti. Ryder durumu ne kadar berbat edebilecekse elinden geleni ardına
koymadı. Arabaların özelliğine, pazar
segmentine, rekabetçi üstünlüklerine hiç dikkat edilmeden, bir markayı
diğerinde ayırmadan basmakalıp bir yaklaşımla işleri düzeltmeye çalıştı.
Kendine özgü gelenekleri ve sorunları olan bir
sektöre, işletmecilik kitaplarının en sıradan kuralları ve pazarlamacılığın
moda formülleri ile yaklaşılmakta idi. Ryder, BLMC müdürlerine danışma gereği
bile duymuyor ancak buna karşılık en militan üyelerinin kontrolünü kaybetmek
durumunda kalan sendikaların gönlünü alacak yaklaşımlarda bulunuyordu.
Belki sektörün
sorunları kolaylıkla çözülebilir ve nihai sonuç bu denli olumsuz olmayabilirdi
ancak sorunlara objektif ve rasyonel yaklaşmak yerine politik önceliklere göre
davranmanın kendi içine yönelik çabaları, sektörde sorunların derinleşerek
felakete dönüşmesine yol açtı.
İngiliz hükümeti BLMC’yi ayakta tutmak
için büyük çabalar harcasa da şirket her geçen gün Ada Halkının sırtında
gittikçe artan bir büyük oluşturuyordu. 1979’da iktidara gelen özelleştirme
taraftarı Margaret Thatcher’la birlikte BLMC
zaman içerisinde parçalanarak özelleştirildi.
Bu sürecin sonunda
İngiliz değerlerini yansıttığına inanılan otomobil firmalarının kimi farklı
ülkelerin eline geçerken kimi de tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Lüksün ve
asaletin simgesi sayılan iki İngiliz otomobil firmasından Bentley bildiğiniz
üzere Volkswagen’in çatısı altında yaşıyorken Rolls Royce ise Münihli BMW’nin
yönetimi altındadır.
Şimdi gelelim sonuç
bölümüne.
Neden bu kadar
vaktinizi aldım. Sanayi devrimini başlatan dünya otomobil tarihine birbirinden
değerli modeller kazandıran bir ülkenin sonunda nasıl bu hale geldiğini merak
edip elde ettiğim sonuçları bir yazıda birleştirmek istedim. Umarım faydalı
oluşmuştur. Yazının uzunluğundan ötürü kusura bakmayın.
Not: Ne yazık ki
İngiliz Otomotiv Sanayisi ile ilgili basılı bir kitaba ulaşamadım, bu nedenle
tek kaynak başta wikipedia olmak üzere internettir. Ha bir de benim kafamda
esip duran fikirler var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder