20 Kasım 2014 Perşembe

Telefona Kaptırılan Anlar...

Sahip oldukları donanımları, yazılımdaki başarıları ile son dönem teknolojik cihazlar özellikle telefon ve tabletler  insanoğlunun yaşamında kişiselleştirmeyle birlikte kolaylaştırma gibi etkilerde de bulunmaya başladı...

Telefon ve tabletleri ama özellikle telefonları artık o kadar seviyoruz ki nurtopu gibi bir korkumuz da ortaya çıktı..
"Nomofobia" 
İngilizce “no mobile phobia”dan türetilen “nomofobia yada nomofobi"yi tabir-i caizse ellerindeki telefonun içine düşen insanların ondan mahrum kalma korkusu şeklinde özetleyebilir, ya da "Telefonum çalınır yada şarjı biterse ben de biterim abiii!" diyenlerin duygusudur şeklinde tanımlayabiliriz.



Şarjı bitmiş olsa bile beynimiz bize oyunlar oynayıp cebimizdeki telefonu çıkarıp kontrol etmemiz gerektiğini söyleyebiliyor kimi zaman.
Farkındasınız siz de değil mi?

Hobili fobili takılıp kaldığımız bu cihazları en çok bize ait oldukları için seviyoruz sanırım. Bize ait bize..Kimseye değil sadece bize...hele de Apple'ın başlattığı parmak okuma teknolojisiyle beraber dandik kilide sahip günlüklerden artık yüksek teknoloji korumalı kişisel alana sahip oldu milyonlarca genç. Ve tabii bizler..

E itiraf edelim o halde...Giderek bencilleşen, egoizme boğulan bir dünyada biz de kendimize ait mikro alanlar yaratmayı seviyoruz..Telefonlar ve tabletler ama özellikle telefonlar kendi zevklerimizle dayayıp döşediğimiz, bizim sevdiğimiz müzik, film, uygulama, kitap, dergilerle, uygulamalar ve oyunlarla dolu sanal bir dünya yaratma yetisini kazandırıyor...Bu sayede işten eve geldiğimizde eşimizin, annemizin, çocuğumuzun yanındayken bile o sanal dünyamıza kaçabiliyor orda bi haber okuyup iki yorum çaktıktan sonra gerçek dünyaya dönebiliyor sohbete devam edebiliyoruz...ya da otobüste özellikle cam kenarını tercih edip işe gidene kadar hiç çıkmadan geziniyoruz o sanal alemimizde...Dişçide sıra mı bekliyorsunuz...Şarjınız %60 internet kotanız tükenmekten uzaksa hoop bir bakmışsınız o sanal dünyadasınız çoktan...

Oraya artık o kadar çok girip çıkıyoruz ki Turkcell gibi bu işten ekmek yiyen bir firma bile küçük Selocanlarına "Telefooonu telefoooonu telefonu bırakk!" dedirtivermişti bir zaman.

Telefonlar veya tabletler birer Terminatör'e dönüşüp dünyayı ele geçirirler mi? 
Valla gecenin bi yarısı Karadeniz kıyısından baktığımda ben bunu net göremiyorum ama yavaş yavaş hayatlarımızı ele geçirdiğini, elleri buruş buruş olmuş anamızın, kamburu çıkmış babamızın yanında telefonumuzun ekranına yapışıp kaldığımızı, ya da kızımızın/oğlumuzun sorularına otomatik cevaplar verip ne dediğimizin bile farkına varmadığımızı gayet iyi görebiliyorum.

Hayatımızda "Can Sıkıntısı" kavramını azaltan, yaşamımızı pek çok açıdan kolaylaştıran bu cihazların sevdiklerimizle geçireceğimiz o çok değerli vakti çalmaması dileğiyle yazıyı noktalıyorum...

Tamamen farklı amaçlarla başladığım yazı bir gece vakti bu noktaya ulaştı. Nasipse bir başka sefere diğer meramımı anlatırım. 

Okuma nezaketini gösteren tüm dostlara selam olsun...

Kerem GÜREL
Samsun

7 Kasım 2014 Cuma

NEDEN APPLE?

Apple..
Steve Jobs'la efsaneleşen, pek çok analist tarafından onun ölümü ile bocalama yaşasa da hala dünyanın en değerli şirketi sayılan, son çeyrekteki geliri 42,1
milyar dolar, elindeki nakit miktarı 155 milyar doları bulan bir teknoloji devi...

Üzerinde en çok konuşulan, en çok tartışılan şirketlerden biri. O denli ki artık pek çok yerde futbol, siyaset kadar teknoloji muhabbetlerinin de döndüğünü; 
"Mercedes mi BMW mi?"
"Galatasaray mı Fener mi" geyiklerinin yerini 
"Apple mı Samsung mu" sorularının aldığına pek çoğunuz şahit olmuşsunuzdur sanırım.

Geçtiğimiz 12 ayda tam 243 milyon adet iOS cihazı satan bu devle tanışmam 2011 yılı ekim ayına denk gelmektedir, ki bu benim gibi bir teknoloji meraklısı için geç bir tarih olsa gerek.

(1999'da başlayan telefon maceramın kronolojik gelişimi aşağı yukarı bu şekildeydi.)


İlk dokunmatik telefonla tanışmam bir dönem ortalığı kasıp kavuran Nokia 5800 ile olmuştu. Sonrasında yazılımdan, uygulama mağazasından bi haber teknoloji acemisi ben için bir sonraki durak Samsung Wave 2 olmuştu.

Ama ya reklamlarda ya da kimi dizilerin artizlerinde gördüğüm iPhone'lar aklımın bir köşesinde kendine kaçak gecekondu dikmeye çoktan başlamıştı bile. 
Nitekim 4s'lerin tanıtımıyla fiyatları düşen 8gb'lık 3gs'ler ilgi alanımda ele geçirdiği alanı her geçen günü daha da büyütüyordu ki ben planlama aşamasına geçtiğimi fark etmiş oldum. Şuursuzca, koleksiyonunu yaptığım model otomobillerden en değerli olanını bu iş için kurban seçmiştim çoktan.(sonrasında ne pişmanlıklar yaşadım bir bilseniz..300 tl'ye sattığım bu modelin iki yıl sonra 1500-2000 tl gibi satıldığını da gördüm :'(  ) 



Ve gittim.
Gittim ve bir Turkcell bayisinden 12 taksitle (bir kısmını modelden gelen parayla sağlamış idim) iPhone 3gs aldım ve böylece Apple dünyasına adım attım. Aldığım gece telefonun ilk açılış ve kurulumunda ne kadar acemi olduğumu hatırlıyorum şimdi tebessümle...Açılışta otomatik olarak sorulan o sorular yanlış bir şeyler yaparım korkusu ile bana ecel terleri döktürmüş, hemen çevirdiğim Turkcell müşteri hizmetlerindeki elemanın yardımı ile ancak telefonun kurulumunu tamamlayabilmiştim.
Ve o telefon bana ancak iki ay dayandı. Zira, yıllardır içimde usul usul uyuyan teknoloji canavarı uyanmak için bir Apple cihazına dokunmamı bekliyormuş meğer..

Ve ben yine gittim.
Gittim ve bu kez bir Vodafone bayisinden 24 ay taahhütle iPhone 4s aldım. Telefonu almadan önce günlerce cebimde sakladığım Vodafone'un 4s reklam broşürünü hala saklarım her ne kadar köşeleri yıpranmış, buruşmuş olsada..

4s, teknolojiye bakış açımı tümden değiştirdi..Hayatımı kolaylaştırmasının yanı sıra o güne kadar hiç bir cihazın olmadığı kadar dahil oluverdi hayatıma...Uygulama mağazasından beğenilen uygulamalar birer ikişer yüklendikçe ben yeni bir pratiklikle, yeni bir eğlence anlayışı ile tanışıyordum. İlk yaptığım işlerden biri Walter Isaacson'un Jobs'un biyografisini anlattığı kitabı bir yerlerden (?) bulup telefonuma indirmek ve okumak oldu.

O kitap ve kitapta anlatılan Jobs Apple hayranlığıma indirilmiş bir hayranlık kırbacı idi. Steve Jobs'un takıntılı kişiliğinde kendimden de benzerlikler buldum kimi zaman, kimi zaman da iletişim konusundaki eksikliklerine, insanın sinir dünyasını allak bullak eden davranışlarına gıcık oldum.

O zamanlar 3 yaşında olan kızımın bir çok videosunu, pek çok fotoğrafını çektim 4s'le. Her an elimin altında sınıfına göre son derece başarılı bir kamera, f.makinası oldu bana. Onun sayesinde ne zaman büyüdüğünü fark edemediğim kızımın, ileride değeri çok daha artacak belki binlerce fotoğrafını/videosunu çektim. Siz sırf bu nedenle bir teknolojik alete minnet duymaz mıydınız?

Ya onun sayesinde gidermeye çalıştığım bilgi açlığım. Cebimde 24 ciltlik bir Büyük Larousse seti taşıyordum sanki..Kimi zaman beklediğim dişçi sırasında bana yarenlik ediyor, sörf yapıyordum. Kimi zamanda öğrencilerimle kitaplarda neden güncel veriler kullanılmadığını eleştiriyor, telefondan girdiğimiz internette 2012 yılı dış ticaret rakamlarını bulabiliyorduk..Sene sonu geliyor, öğretmenler odasındaki tek bilgisayar not girişi sırasıyla boğuşurken ben kenara çekiliyor ve iPhone'un Retina ekranının rahatlığında usul usul giriyordum notlarımı e-okul sistemine..

Pek çoğunuzun yaptığı gibi film de yükledim, müzik de telefonuma. Ama Apple'ın alternatiflerine göre sunduğu ekstra güvenlik ve onun getirisi rahatlık en çok banka işlemlerinde işime yarıyordu. Benim gibi kredi kartlarına, taksitlere boğulmuş memur takımı için ayın 15'inin ekstra yükten başka hiçbir anlamı yoktur. Düşündüğünüz gibi alem falan yapmıyoruz o gün yani. Zira internet bankacılığı ile artık ayın 15'inde para sanal olarak ordan oraya EFT yapılır, havale yollanır, kartlar ödenir ve siz ya eksi bakiyeye düşer, ortaya çıkan görüntüyü kararan bir surat ifadesi ile izler ya da elde kalan iki haneli rakama düşmüş para için bi ara bi bankamatiği ziyaret edersiniz. İşte bu sanal trafikte Apple için geliştirilen uygulamalar hayatımı bir hayli kolaylaştırıyor bankaların o boğucu atmosferini daha az solumama sebep oluyordu.

Tek başına yapılan kahvaltılarda artık haber sitelerini gezinmek, köşe yazılarını okumak rutine dönüşmüş, gündem takibinden büyük kolaylık sağlar hale gelmişti. 

Rutin olarak yaptığım yaz tatili köy ziyaretlerinde zar zor çeken interneti kullanıp sanal alışverişler yapıp siparişler hazırlayabiliyordum artık..

Apple bana sadece "hayatım toplantı uzayacak galiba, kızımı benim için öp" demeye yarayan bir cihaz vermemiş aynı zamanda bir yaren, bir yaver de vermişti. Hayatımı kolaylaştırdığı kadar artık "can sıkıntısı" kavramı da onun sayesinde hayatımdan yavaş yavaş uzaklaşıyordu.

Artık sıkılmaya başladığınızı hissediyorum...
Yoksa yanılıyor muyum...
"İyi de güzel kardeşim tüm bu saydıklarını bir Samsung'la, bir HTC ile de yapamaz mıydın?" diyorsunuz galiba..
Mantıksal olarak evet Samsung Galaxy S2,S3,S4,S5'ler, Galaxy Grandlar,Neolar,Alphalar, Younglar, Aceler...(ve daha yüzlerce Samsung Galaxy serisi daha) yada HTC One X'ler,One m7'ler m8'ler hepsi de aynı işi görmesi için üretilmiş cihazlar...
Ama bu durumda mantık tek başına işe yaramıyor...Zira beğeniler, beklentiler, kişisel zevkler devreye giriyor...
Çünkü kaliteyi seviyorum...

Evet.
İşte Apple'ı seçmemdeki nirengi noktası bu.
Çünkü ben kaliteyi seviyorum.
Ve Apple bu piyasadaki en kaliteli firma...Bu işi hakkıyla yapabilen tek firma.
Sunduğu ürünler fiziksel anlamda da kullanım anlamında da size kaliteli olduğunu hissettiriyor.Çünkü o teknoloji dünyasının Rolls Royce'u.

Jobs'la başlayan takıntılı üretim anlayışı ufak fireler (iPhone 6 ve 6 Plus'daki kamera çıkıntısı gibi) verse bile hala devam ediyor. 

Kalite kadar önemli hatta onu destekler bir konu daha var ki;
Tasarım.
Apple ürünlerinde hakim olan sadelik, flat dizayn ve kullanıcı odaklı yaklaşım şuan kullandığım iPhone 6 Plus, iPad Air, Macbook Pro ve Time Machine'de kendisini hissettiriyor. 

Ve evet, Apple'ın son güncellemeler ile daha da kuvvetlendirdiği tüm cihazları birleştirme prensibine dayalı olarak oluşturduğu ekosisteme bırakıverdim kendimi. Rahatlığını yaşıyor, keyfini sürüyorum.
Maillerim, Kişilerim, Notlarım, Kitaplarım... hepsi ortak sistemde ve ben birinde başladığım işi diğerinde devam ettirip bitirebiliyorum. Ne Samsung'un ne de Microsoft'un bunu bu kadar kaliteli şekilde sunması şuan mümkün. Bu da yukarıda saydığım (hatta eksik saydığım) tüm maddelerle beraber Apple'ı sektörün bir numarası yapıyor.

Her ne kadar 4.7 ve 5.5 inçlik ekrana sahip son iPhone modelleri ile Apple'ın takip edilen değil takip eden bir firma olduğu söylense de ben Macintoshlardan iPodlara, iPhonelardan iPadlere ve hatta  Watch'a kadar tüm Apple ürünlerinin ya kendi sınıflarını ya da sınıf standartlarını yarattığını düşünüyorum. Bu da Steve Jobs'un bir başarısıdır muhakkak ki neden bilmem ruhuna Allah rızası için bir Fatiha okuma arzusu doğuyor bu aklıma geldikçe.

Bu yazı Apple fan boyluğu için (Türkçeye böyle iğrenç bir kelime de katmış oldum galiba) yazılmadı kesinlikle..Gece yarısı Apple Store önünde kuyruğa girmeye, varını yoğunu ortaya koyup her yıl telefon değiştirme gayretine çok da akılcı bakmıyorum açıkçası. Teknoloji yazarı Serdar Kuzuloğlu'nun bir röportajında bahsettiği gibi ağzındaki çürüğü yaptırmayan nice insan en son çıkan telefonu alma derdinde. İşte bu yanlış.
Çok yanlış.
Bu sektörde Apple'ın politikalarının da ürünlerinin de hatalı kısımları olduğunu/olabileceğini biliyor ve inanıyorum. Ama hatalarla, müşteri kazıklayarak daha fazla kar elde etme derdindeki hissedarlarla dolu bu teknoloji dünyasında Apple diğerlerine göre ürünlerini ve hizmetlerini daha sağlam daha kaliteli sunmayı beceriyor. Yani tüketime dayalı, kusursuz şirket bulamayacağınız bu piyasada Apple Abdurrahman Çelebi* oluveriyor.

*Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi derler...